Beklemek Üzerine
“Ve bekliyorsun, o tek
şey gelsin,
Senin yaşamını sonsuz
çoğaltsın diye”
Rainer Maria Rilke
Beklentimiz gerçekleşinceye kadar
neyi beklediğimizi bilmeyiz. Korkuyorum ama neden veya neyden korktuğumu
bilmiyorum gibi bir şeydir bu. Olur mu yahu, onu bekliyorum çünkü beraber
gezeceğiz ya da işe başlamak için şu durumun geçmesini bekliyorum çünkü iyi
hissetmiyorum, yani neyi beklediğimi biliyorum, denebilir. Oysa burada önemli
bir fark göz ardı edilir. Birini beklemek söz konusu olduğunda, örneğin, bir biri
vardır bir de beklemek. İkisi yan yana getirilerek mevcut duygu veya
duygulanıma bir bileşik ad verilmiş olur. Birini beklemek veya yalnızca
beklemek bir şeyi ifade etmez. Birçok şeyin kısmen örtüşümüdür.
Beklenenin bekleme içinde yeri de
yoktur. Sis perdesinin arkasında kalmıştır. Wittgenstein, bir şeye
ağlayabiliriz ama ağlanan ağlama sürecinin bir bileşimi değildir, diyordu. Aynı
şekilde bir şeyi bekleriz ama beklenen bekleme sürecinin bir bileşimi değildir.
Estragon ve Vladimir’in bekleme sürecinde Godot* yoktur. Ve ikilimizin tek
amacı bekleme eylemidir.
Zebercet’e** neyi bekliyorsun
diye sorsaydık herhalde, o kadını bekliyorum, derdi. Biz de Zebercet’i sığlıkla
suçlayıp bir güzel eğlenirdik; keza bekleme sürecinde yaşananların kadınla
alakasından çok Zebercet’in psikozuyla alakası vardır.
Peki, o halde bekleme deyince
yaşanan şey tam olarak nedir?
Gerilim vardır öncelikle. Gerilim,
beklemenin doğal parçasıdır. Biri beklenir, beklenen gelir ve gerilim düşer. Endişe
de eşlik edebilir fakat en nihayetinde arzu dolu savrulmadır beklemek.
Savrulmak da kötü bir şey değil; nehirde minik teknesiyle bir o yana bir bu
yana yol alan insan gibi bazen teknesine aldığı birinin ölümüne şahit olurken
kimi zaman da dünyanın en güzel manzarasıyla büyülenir. Bir şeyin olmasını
beklemek için mükemmel yerler vardır. Bağlar teknesini kıyıya, biraz da orada
geçirir ömrünü. Bir manzarayı büyülü yapan şey, ölülerimizi şefkatle gömebileceğimiz
yer olmasında yatar.
Bir şey olsun istenir işte, neden
veya nasıl olacağı kimin umurunda -muhakkak birilerinin umurunda-, sevgilim
değişsin, iktidar gitsin, iyi de kim gelsin, ne bileyim ben gitsin sadece, biraz
savaşalım ve iki milyon insanı katledelim, belki bir şeyler değişir. Bu yazı
sıktı, şu da sıkıcı, insanlar sıkıcı, hatta hayat sıkıcı, hadi biraz yürüyelim,
gelip tekrar sıkılalım, en baştan. Arzu dolu savrulma tatmin edici değilse, bekleme
denilen şey, en fazla bir şeyler olsun işte olarak açıklanabilir. Her şeyden
çabucak sıkılan insan için böylesine afaki bir açıklama yerinde gibi görünüyor.
Yine de haksızlık etmemek gerek.
Kimi ruhların erdemli beklemeleri vardır. Onlar da bir şeyler olsun işte,
derler demesine ama bir şeylerin tözündeki bilgeliği öyle ya da böyle
özümserler. Neden rüzgârın bedenlerini parçalayıp geçtiğini sormadan edemezler.
Onlar su gibi akar hayatın kollarında; bazen bir gölcüğe düşüp öylece kalırlar şikâyet
etmeden. Bazısı için ateş böceklerini izlemek başlı başına beklemektir. Kimi de
taşa en ilahi manayı veren görkemli mimarilerle bekler o şeyi.
Böylece beklemeyi şeyleşmiş
kıldık. Bu biraz tehlikeli. İnsan, ömrünün son düzlüğünde korkuya kapılmamak
için en azından neyi beklemediğini bilmelidir. Çünkü şeyleşme, uyuşuk
kapitalizmin pek beğendiği bir kavramdır. Binlerce asalak nesneyi şeyleştirir. Bakın
bakın, beklediğiniz şey bu, hadi biraz satın alın. Evet, ben de kolay yoldan
suçlayıverdim kapitalizmi; fakat kapitalizm derken toplumun işaret edildiği
görülmelidir.
* Godot’yu Beklerken, Samuel
Beckett’in iki perdelik oyunu.
** Anayurt Oteli ana karakteri.