Nefret Fakat
“-Buraya gelmenin nedeni ne?
-Nefretle örtülmemiş
gözleri görmek.”
Princess Mononoke,
Hayao Miyazaki
Nefret temel bir duygudur da
sevgi değildir. İnanmıyorum sevginin kendi başına var olduğunu söyleyenlere. Onların
kastettiği olsa olsa alışkanlık, zorunluluk, hayranlık veya hevestir. Ama
hakiki sevgi, tanrısala yakın bir şey olmalı. Nefret için hiçbir şey yapmaya
gerek yok; öylece durduğu yerde yüzüne yapışıverir insanın. Yakınlarında zeytin
ağacı mı var mesela, hiç sorun değil, sonuçta gebertilebilecek, sesini
çıkarmayacak bir şey. Sevgi ise –belki buna huzur, tahammül de eklenebilir-
öyle bir anda gelmez. Yıllarca kendine emek vermesi gerekir kişinin. Bilgisi,
deneyimi ve tahayyülüyle her nefret kıvılcımında kendisine karşı durabilecek
kudrette olmalıdır.
Böyle karmaşık bir dünyada, bunca
vahşetin ve kavganın ortasında nefretin önemsenmesi ve kullanılması gerektiği
de pek ala söylenebilir. Adam sen de, onlar ateş ederken ben çiçek mi atacağım,
denebilir. Oysa nefreti kendine silah edinmiş kişiler Danaos’un kızlarına
benzer. Onların delikli küveti doldurmaya çalışmalarına. Mitolojide Sisifos
gibi sonsuza kadar lanetlenen Danaos’un kırk dokuz kızı, babalarının
yönlendirmesiyle kocalarını düğün gecesi öldürür. Bunun üzerine Tanrı, onları
yeraltına hapseder. Oradan kurtulmanın tek yolu yeraltı suyunu delikli küvete
doldurup yıkanarak günahlarından arınmaktır. Fakat küvet asla dolmaz. Kızlar
sonsuz bir döngüyle lanetlenmişlerdir.
Tuzaktır aynı zamanda nefret.
Güya nefret edilen şeyden uzaklaştırması beklenir fakat yakınlaştırmaktan başka
işe yaramaz. Her nefret dalgasıyla hasmına biraz daha yaklaşır insan.
Anlaşılmak istiyordur muhtemelen, şöyle tüm dünya karşısına geçip onu bir
dinlese, kininin sebebini anlasa rahatlayacaktır. Ama karşısındakilere özensiz
davranır nefretle yoğrulan; bir an önce ferahlamak için döke saça kullanır
sözcüklerini. Zihnindeki öfke ağzında karmaşıklık olarak belirir. Sanki anlatma
eyleminde sezilen şiddet, iki harfin birini silikleştiriyordur dinleyenin
nazarında.
Aslında, o büyük nefret
anlarında, yani mantığın alevi son bir kez harlanıp söndüğünde ortaya çıkan
nefretin hemen peşinden yayılan sakinlik, nefretin ne tür bir balon olduğuna
dair ipuçları verir bize. Demek ki insan, içsel olarak nefreti arzulamaz çünkü
nefret uzun sür(e)mez ve genellikle gelecek zamanlarda pişmanlık getirir.
İyi de o zaman teröristleri
nereye koyacağız çünkü bu en ilkel duygunun onlarda pek de geçip gittiği
söylenemez; en azından tekrarlanmadığı. Bir terörist, nefretini devamlı
harlamak zorundadır. Çünkü başka bir alanı deneyimleme, başka bir hayat
ihtimali azdır. Hayata yeni bakış açılarıyla bakmak eskileri yıkmak manasına
gelmese de en azından eskiyi törpülemek anlamına gelir. Bu da ufak da olsa
insanda sarsıntıya neden olur. Öyle ya da böyle güç sahibi olmuş bir terörist
-ancak güç sahipleri terörist olabilir- böyle bir sarsıntıyı göze alamaz. Çünkü
gücünden olacağını bilir. Onun tek oyun alanı nefrettir artık.
Teröristler, yalnızca ayrıksı
katiller değildir. İktidarlar da terörist olabilir medya patronları da. Büyük
işler yapmalarına hiç gerek yok. Zeytin ağacını kesen kişi doğaya karşı
teröristtir. O ağacın kim bilir kimin anılarında yeri vardı. Özellikle
şehirdeki ağaçlar, bir şehir çocuğunun zihninde derin izler bırakır. Yetişkinlerin
bunu bilmesi gerekir.