Orası

 

Fotoğraf: Mustafa Mutlu


     İleride, denize yaslanmış küçük bir şehir yaşıyor. Sahil kasabası. Aslında ilçe ama sahil ilçesi çirkin bir tamlama. Ona bakıyorum uzaklardan, böylesi daha güzel. Çünkü içindeyken pek bir şey göremiyorum. Ya bendeki bir tür körlükten kaynaklanıyor bu ya da sahiden bir şeyin içindeyken o şey anlaşılmıyor. Oysa içinde görülebilecek birkaç şey yok değil, ikinci caddenin ortasında örneğin, denizden iki sokak uzakta, cumhuriyetin ilk yıllarında kiliseden camiye çevrilmiş muazzam bir yapı karşılıyor yoldan geçenleri. Onu, yani o yapıyı ilk defa bir arkadaşımdan duyduğumda hemen yola koyulup caddeyi aramıştım. Belki onun anlatışından belki de eski, dolayısıyla ruhu olan bir binanın yakınlarda bir yerde var olduğundan etkilenmiştim. Kestirmeden gitmem önerilmemişti, caddenin girişinden yürümeye başlayacaktım; sebebi neydi bilmiyorum. Camii, büyükçe bir binanın arkasına gizlenmişti neredeyse, görmek zordu. Hayatımda ilk defa deniz rengi kilise-camii görmenin huzurlu duygularıyla birlikte sanki o anda deniz taşsa, bütün bu vadiyi alıp götürse bir tek ona, o kendi renginden olana hiçbir zarar vermez gibi gelmişti.

     Kapıdan girenleri buruk bir merhaba kokusu karşılardı. İnsanda, hemen ilk bulduğu kolonun dibine sinme duygusu uyandırırdı, çağırırdı çünkü; nasıl desem, sanki ona dokunarak onun hafızasına da dokunabilirdik. Hafızası hüzünlüydü, en azından bana anlattığı buydu. Biliyorum, abartıyorum gibi geliyor ama inanın bana onda farklı olan bir şey vardı. Sonraları hep içinde bulunmaya gayret ettim, dışarıda insanlar denize girip dondurma yerken -nedense bunlar geliyor aklıma- o uzun ve solgun pencereler daha çok ilgimi çekerdi.

     Balık pazarı denen bu mahallede, yine aynı adı taşıyan caminin etrafında oraya buraya yürüyen
insanları izlemek de ayrı bir zevkti; zaman zaman fırsat yaratıp, genellikle karşısındaki kahvehanede oturan yaşlılara bildiklerimi saçardım: “Amca biliyor muydun, bu cami eskiden kiliseymiş, adı Panagia Pazariotissa’ymış. Panagia, yani hazreti İsa’nın annesi Meryem’e atfedilen mukaddes sıfatı. Hoş, zaten Yunan kiliselerinin yarısı panagia ama sen asıl şunu dinle, Hasluck diye bir adam var, İngiliz arkeolog. Bu adam işi gücü bırakıp buraları araştırmış, aslında Bitinya krallığını araştırmış ve o zamanın Gemlek’ini ama olsun. 1920’lerde yayımlanmış bir kitabı var bu adamın, dediğine göre kutsal bir kuyu varmış camiinin içinde, ayazma diyor Hristiyanlar, kuyunun içinde ne var dese beğenirsin, kutsal balık. Evet, Şanlıurfa’daki kutsal balıklarla bir ilgisi var herhalde.”   

     Tabii, caminin içinde kuyu, hele hele kutsal bir kuyu hiç göremedim. Sorduğum insanlar da “ne kilisesi oğlum” minvalinde umursamaz cevaplar verdiler. Bu cevaplar can sıkıcıydı; sanki bir sevgilim vardı ve herkes onun ne kadar muhteşem, yok hayır, muhteşem değil, ne kadar güzel olduğunu bilemiyorlar, bu da beni üzüyor gibiydi. Zamanla içine girip çıkan insanlardan da rahatsız olmaya başladım, ne zaman onu görmek istesem bu tepeye çıktım. Bu tepeden her şey daha berraktı ve her şey biraz daha güzel.