“Her Şeyi Düzeltmeye Kalkışmanın Yok Ettiği”

 

“Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışverişin, alfabenin,
iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..."
 
Turgut Uyar, Terziler Geldiler, Büyük Saat S. 223-226


      “Bütün büyük kuşkucular eski idealistlerden çıkar” diyordu ismini hatırlayamadığım yazar. Çünkü idealist her şeyi düzeltmeye çalışır ve düzeltmeye çalıştığı şeyle beraber benliği yok olmaya başlar. Çünkü bir idealist, en azından kefenine aşık bir idealist, önüne çıkan her şeyi bir polis edasıyla değerlendirir. Tehlikelidir. Hakikat dediği, doğru dediği uğruna bilgiyi istediği gibi şekillendirir. Hatta anlamını değiştirmiş olsa bile, göz göre göre yeniden tanımlar elindekini. Bir bakıma Dostoyevski’nin Büyük Engizisyoncu’sudur idealist. Ne de olsa ulaşılması gereken için her şey mubahtır.

     Elindekini tanımlamayı o kadar sık yapar ki sonunda hakikatini anlayamaz hale gelir. Bizim Engizisyoncu’nun da çok umurunda değildir Tanrı, belki bir zamanlar umurundadır da artık değildir. Çünkü İsa döndüğünde onun peygamber olup olmamasıyla, yani hakikat olup olmamasıyla hiç mi hiç ilgilenmez. Hatta içten içe gerçek İsa’nın o olduğunu bilir -İsa’nın kent meydanında bir ölüyü dirilttiğini görmüştür- ama onun tek derdi Katolik kilisesinin kurallarını muhafaza etmektir. İsa’yı, asmakla tehdit eder Engizisyoncu. Her şey karşısındadır ama bir kördür o. Elinde kalan, başlangıçta yola çıkarken inandığı şey değildir artık. Zaten başta inandığı şey de başkasının bıraktığı başka bir şeydir. Ve kendisini de ancak hakikat ile tanımladığı için o da başkalaşır, özünü yitirir, tanıyamaz kendini.

     Bu öz yitimini hakkıyla fark ettiği an kuşkucu olur. Artık önüne gelen ilk güzel şeye hakikat demeyecektir. Muhtemelen hiçbir şeye. Sonra ne yapar; küçük bir sahil kasabasındaysa örneğin, sümükyeşili* denizi izlemeye koyulur muhtemelen. Bir kuşkucudan fazlası beklenmez, öyle idealist gibi yıkıp yakmayı pek tasvip etmez. Çünkü kuşkucu -yani büyük kuşkucu- eski bir idealist olduğundan, bir şeyi yıkmanın topluma ettiklerinden çok benliğine neler yapabileceğini bilir.

     Herkes bir şeyler hakkında kuşku duyar tabii ama o, sanki müphem bir kuvvet tarafından yutulmuş gibi her şeyde bir başkalık arar. Zihnini derin okyanuslara bırakmıştır; çapa atmak gibi bir derdi yoktur idealistin aksine. Böylece, devamlı değişmek zorunda kaldığından sık sık yorulur da. Ama onun yorgunluğu, geçtiği kıyılara demir atanları gördükçe hafifler. Aşağılama değildir bu. Bir zamanlar kendisinin de orada olduğunu hatırlar; huzurludur.

       O, tıpkı Seneca’nın Lucilius’a yazdığı mektupta bahsettiği düşünceye sahiptir: “Ben yalnız iyiye doğru gitmekle kalmıyorum, gitgide bambaşka bir insan olmaktayım. Değişmesi gereken bir yanım kalmadı diye bir iddiam yok daha, böyle bir umudum da yok.” Her an, çatırdayarak değişebileceğini sezdiği için, idealistin yırtıcı tavrını takınamaz. Uyandığında bilir ki, gece başını yastığa koyan kişi değildir artık.

 

*Ulysses’ten.